Monday 25 March 2019

Nec Spe Nec Metu





‘Benim yerimde becerikli bir büyücü olsaydı,
Seni elleriyle havada yakalayıp
Bir elinden ötekine aktara aktara soğutabilir
Ve tanrısız, mutlu, sakin kılabilirdi sonunda.
Bense
Bir tutam saçını, yüzünü, saatini,
Geceliğin kurtarabildim kurtara kurtara.’
Ted Hughes



Umudun korkularla çarpıştığı bu saatte, güneşin doğuşundan veya batışından bihaber, sokak lambalarının aydınlatmaya yetmediği ıslak sokakta yürüyorum. Yerleri acem halısı renginde ıslatan gökten değil gözlerimden inen incileri sayarak. Evetlerimin ve hayırlarımın çarpıştığını izliyorum… düşünmeksizin sadece yürüyorum…
Ne istediğini bilmeyenler, yeni düşünceler uğruna istediğinden vazgeçenler, başladığını yarıda kesenler gibi oldum bende karanlık yarlarda. Aylardır uykusuz gecelerimi benimle geçiren ve sabırla bekleyenlerle… sayılacak sokak lambasının kalmadığı, Tanrının bile artık uğramadığı bu yerde bende beklendiğim gibi bekliyorum her gece…
Her gece yaptığım gibi terliklerimi çıkardım. Taze bitmeden sararmış otların arasında büyümeyen çiçekleri aradığım bu yerde parmaklarımın arasında hissediyorum yalnızlığı… beklide son defa…
Ah mona rosa mystica. Duy artık sesimi, hıçkırıklarımın iniltisini… dualarımı yanıtsız eyleme gene. Ah o sahip… beni bekletmekte, aylardır yıllardır beklide… 
Herkesin söylediği tek bir şey, rüzgara karşı direnerek fısıldıyor kulaklarıma. 
Bırak gitsin. Değer mi tüm bunlara?
Kendimden bir parçayı nasıl bırakıp gidebilirim. Denir mi bu sevdiği için sürüden ayrılan insana? Değmez mi her şeye? sevileni sevmeye zorlayan sevdaya?
Sesleri duymamak için ellerimle kulaklarımı kapıyorum sımsıkı. Daha fazla dayanamıyorum. Yere diz çöktüm ve kurtarılmayı bekliyorum. Gelende yok gidende…
Sesler çoğalıyor farklı tınılarda daha fazla insan hep aynı şeyi söyleyip duruyor. Bıraksalar beni bana. Karışmasalar sevgime, üzüntüme?
Dinlemesini bilen anlamayı da bilmeli. Ancak dinleyip de anlamayan öyle çok ki…
Duymamak için daha fazla bastırıyorum ellerimi, kulaklarımı daha fazla kapıyorum.
Artık sadece sesleri değil kendi hıçkırıklarıma da şahit olmamak için…

Gitti. Gitti.. gitti…
Nicole Kidman gibi giydim çiçekli beyaz elbisemi.
Sen gittiğinden beri uçurumlarda arıyorum nefeslerimi. Sancakları görünen batmış gemilerde, sanki beni de batırmışlar beraberlerinde.
Hani sana rastlamadan önce yüzleştiğimi söylediğim ve derinlerine indiğim uçurumlarım var ya… inançlar, utançlar, güvensizlikler ve en acısı sevgisizlikler…
İşte o uçurumlardan aşağı bakıyorum tekrar gözlerimi kırpamadan. Ama artık bir fark var. Hepsini yaşamış olmanın verdiği pişmanlıklarla bakıyorum hayatıma.
Kimdim, neydim, hayattan ne bekliyordum gibi sorularla başlayan sorgulamalar, çoğumuzun yüzleşmediği kendimize bile yalan söyleyerek sakladığımız özürlerimizle kalıyorum baş başa.

Ben artık yüzleşmek istiyorum, kaybedeceklerimin hepsini kaybettim zaten.
Bu yolculuğa çıkmam gerektiğini sende biliyorsun. Belki bu yüzden güçlü olmamı söyledin. Ama güçlü olabilmek? Güç bende sadece yanılsamadan ibaret iken.
O ruhunun kendini kemiren aşırılığı içindeyken ben de senin yokluğunun yarattığı eksiklikle uçurumdan aşağı son kez bakıyorum zerre güçlü hissedemeden… 


muna
02 aug. 2008