Tuesday 15 September 2015

METRO 2033

METRO 2033
DMITRY GLUKHOVSKY


Metro 2033 (Rusça: Метро 2033), Rus yazar Dmitry Glukhovsky'nin, Rusya'da 2005 yılında basılan ilk romanı. Rusya'da 2005 yılında, ABD'de 18 Mart 2010 tarihinde yayınlanana roman, Türkiye'de ise 2011 yılında çevirisi yapılarak yayınlanmıştır.

Konusu

Yıl 2033. Nükleer savaş sonrası dış dünya tamamen radyasyonla kaplı, şehirler mutasyona uğramış vahşi yaratık sürüleriyle dolu. İnsanlar dünyanın en büyük metrolarından birinde, Moskova metrosu'nda yaşam mücadelesi vermekte. Kahramanımız Artyom'un istasyonu WDNCh, diğer vahşi mutantların aksine gayet zeki olan, insanların zihinlerini okuyabilen ve onları dokunmadan öldürebilen garip mutantların, Karaderililerin tehdidi altındadır. Artyom'un üvey babası Sukhoi'nin eski dostu, cesur bir ştalker olan Hunter, Karaderililerin gizemini çözmek için tek başına, sıradan insanların adım atmaya korktuğu WDNCh istasyonunun kuzeyindeki karanlık, küflü tünellere keşfe çıkar. Eğer geri dönmezse, Polis istasyonuna gidip yardım istemesi için Artyom'a künyesini bırakır. Hunter günlerce geri dönmeyince, Artyom'un zorlu Polis yolculuğu başlar. Kitap, metro tünellerinde ve yalnızca gaz maskesiyle çıkılabilen dış dünyada, Artyom'un istasyonunu kurtarmak için çıktığı tehlikeli ve gizemli yolculuğunda sovyetlerle, nazilerle ve dış dünyanın yeni sahipleri vahşi mutantlarla verdiği mücadeleleri anlatır.Kitap okuyucuyu ters köşeye yatıran sürpriz bir sona sahiptir.



"Sergey Andreyeviç düş kırıklığıyla içini
çekti. “Şimdi sana küçük bir kuram betimleyeceğim.
Hayatına uyuyor mu, buna kendin
karar vereceksin. Tabii ben de hayatın boş
ve anlamsız olduğuna, kader diye bir şeyin
de olmadığına inanıyorum, en azından insanın
doğduğu andan itibaren bildiği,
tanıdığı belirli, net bir yazgısının olmadığına.
Demek istediğim bu değil. Ama bazen, belli
bir süre yaşadıktan sonra, nasıl söyleyeyim, o
zaman, bir an gelir ve öyle şeyler olur ki, bazı
şeyleri yapmaya ve bazı kararları almaya
mecbur olursun. Karşında hep bir seçenek
vardır, onu mu yoksa başka bir şeyi mi yapmalıyım
diye. Ve sonunda doğru kararı
aldığın zaman, sonra olacaklar artık rastlantı
değildir, daha önce yaptığın seçimin
sonucudur. Senin bundan sonraki yazgının
bununla belirlenmiş olduğunu söylemek
istemiyorum. Ama diyelim ki yeniden bir yol
ayrımındasın, o zaman bu karar artık tamamen
rastlantıyla gelmeyecektir. Tabii eğer
seçimini bilinçli yapmışsan. O zaman hayat
artık rastlantılar silsilesi değildir, aksine,
mutlaka doğrudan bağlantıları olmasa da,
her şeyin birbiriyle mantıksal bir şekilde
kenetlendiği belli bir eylemi sergileyecektir.
O zaman bu senin kaderindir. Kaderin öyle
tek başına sana geleceğini sanmıyorum,
kadere sen kendin gitmelisin. Ama eğer hayatındaki
olaylar bir eylemde yoğunlaşırsa, o
zaman bu seni çok uzaklara götürebilir. Ama
burada asıl ilginç olan, kişinin bunu bazen
hiç fark etmemesidir. Ya da olayları hep
kendi penceresinden gördüğü için, çok yanlış
yorumlaması. Yazgının yine de kendine ait
bir mantığı vardır.”
Artyom bu garip teori için önce tamamen
zırva diye düşündü ama Sergey Andreyeviç
ayrıntılara inince ve o Hunter’ın kendisine
verdiği görevi üstlenmesinden bu yana
yaşadıklarını düşününce, bakış açısının
yavaş yavaş değiştiğini hissetti.
Bugüne kadar başından geçen serüvenler,
hedefe ulaşmak için boşuna ve umutsuzca
çabaları -hatta ara sıra bunu ne için yaptığını
hiç anlamasa da- şimdi ona, karmaşık kurgulanmış
bir sistem gibi görünüyordu. Gerçi
belki biraz üst üste istif edilmişti ama son
derece iyi tasarlanmış bir yapıydı.
Artyom’un görevi kabul etmesi yola
atılmış ilk adımsa, o zaman onu takip eden
olaylar da -Rişskaya gezisi, Burbon’la
karşılaşması- diğer adımlardı. Sonra Han
karşısına çıkmıştı, oysa aslında Suharevskaya
istasyonunda kalabilirdi. Bütün bunlar
tabii başka şekilde de açıklanabilirdi.
Örneğin Han davranışıyla ilgili çok başka
nedenler göstermişti. Ama Artyom sonradan
faşistlerin eline düşmüştü. Az kalsın
asılacaktı ama beklenmedik bir rastlantıyla
aynı gün tugay Tverskaya istasyonuna
saldırmıştı. Devrimciler bir gün önce ya da
sonra gelmiş olsalardı, Artyom’un ölümü
kaçınılmazdı ve yolculuğunun da sonu
olurdu.
İnatla ve ısrarla yoluna devam etmek
istemesinin gelecekte olacak diğer olayları
etkilediği gerçek olabilir miydi? Sahiden de
kendi kararlılığı, öfkesi ve umutsuzluğu
muydu gerçeği böyle mucizevi bir şekilde
etkileyen, bir yığın, oluşum, eylem ve
düşüncelerin karmaşık bileşiminden düzenli
bir sistemi meydana getiren ve
Sergey Andreyeviç’in söylediği gibi hayatına
anlamlı bir duruş veren?
İlk bakışta bunlar ona imkânsız görünüyordu.
Ama üzerinde düşünüp kafa
yordukça... O zaman Mark’la karşılaşması
başka ne şekilde açıklanabilirdi? Ona Hansa
bölgesine girme olanağını sağlayan bu
karşılaşma rastlantı olabilir miydi? Sonra,
onu kenef temizleyicisi yapan yazgısıyla buluştuğunda,
gözü kapalı oradan kaçmış,
böylece bir imkânsızı daha gerçekleşmişti:
Nöbetçi görev noktasında durması
gerekirken ortadan yok olmuştu, onu takip
eden bile çıkmamıştı. Yani dolambaçlı bir
yan yoldan kendi yoluna mı dönmüştü? Hayatının
gidişatına yine boyun mu eğmişti,
önünde hiçbir engel olmadan kader çizgisini
ileriye doğru geliştirebilmek için gerçeği deforme
mi etmişti? Belki “düzeltti” demek
daha doğru olurdu.
Eğer bunların yanıtı evetse, bunun tek bir
anlamı vardı: Artyom hedefe ulaşmayı
gözden çıkarıp yolundan vazgeçtiği anda
kader ondan yüz çevirmiş, onu ölümden koruyan
görünmez zırh binlerce parçaya bölünmüş,
itinayla elinde tuttuğu Ariyan ipliği
kopmuş ve arsızca saldırarak gücendirdiği,
darılttığı ve hatta öfkelendirdiği gerçekle bir
başına kalmıştı. Biri kaderi tam yanıltmaya
çalışırken, üzerinde uğursuz bulutlar toplandığı
halde, hâlâ devam etmeye cesaret
edecek kadar kuş beyinliyse, o zaman hırsız
gibi yavaşça oradan kaçıp gitmek belki de
artık hiç mümkün olamazdı. Belki de bundan
hiç yara almadan, incinmeden kurtulurdu.
Ama sonra yine sıradan ve sıkıcı bir hayatı
olurdu, kendisini ilgilendiren olağanüstü,
heyecan verici, büyüleyici, farklı şeyler asla
olmazdı, hayatının eylemine ara verir ve
başaktörü yani kendisini de bir güzel toprağa
gömerdi.
Peki bu ne anlama geliyordu? Yani
Artyom’un gideceği yoldan vazgeçmeye hem
hakkı yoktu hem de zaten vazgeçmesi
mümkün değildi, öyle mi? Kaderi bu muydu?
Bir türlü inanmadığı kaderi bu muydu?
Bunun kendi kaderi olduğuna inanmamıştı,
çünkü başına gelenleri tam idrak edememişti,
yol kenarlarında önüne çıkan sembollere
bir anlam verememişti ve onun için
belirlenen yolu, farklı yönlere uzanan terk
edilmiş bir patikadaki karmaşa olarak
algılamıştı.
Yani her şeye rağmen yine de doğru
yoldaydı. Hayatında karşılaştığı olaylar ger-
çekten de insan iradesi ve mantığıyla uyum
içinde, birbiriyle ilintili bir eylem içinde
gelişmişti. Eylem düşmanlarının gözlerini
köreltmiş, dostlarının ise, ona tam
zamanında yardıma koşmaları için görmelerini
sağlamıştı. Sanki görünmeyen bir eli öyle
yönlendirmişti ki, bozulamaz olan yasalar
hamur gibi yoğrulmuş ve şekillenmişti. Ve
şayet gerçek böyleyse, o zaman eskiden
somurtkan bir suskunlukla dişlerini
gıcırdatarak cevap verdiği “Neden?” sorusu
şimdi bir anda geçersiz oluyordu. O zaman
artık, “Öngörü diye bir şey yok, dünya da
yasaları ve adaleti tanımıyor” diye eskiden
olduğu gibi itiraf etmek zorunda
kalmayacaktı.
Artyom yüksek ve kesin bir sesle “Artık
burada kalamam” diyerek yerinden
doğruldu. Kaslarının yeniden güçlenip canlandığını
hissediyordu. Yüreğinin sesine bir
kez daha kulak verdikten sonra yineledi:
“Artık burada kalamam. Gitmeliyim. Bu benim
görevim.”
Arkasına bir kere bile bakmadan rayların
üzerine atladı ve karanlığın içine daldı. Onu
kamp ateşine sürükleyen bütün korkuları
unutmuştu. Kuşkuları da artık onu terk etmiş,
yerini, doğru yolda olmanın rahatlığı ve
inancına bırakmıştı. Rotasından sapmıştı
ama şimdi nihayet yazgısının rayına girmişti.
Üzerinde koştuğu traversler, onu hiç yormadan,
adeta ayaklarının altında
kendiliğinden kayıyordu. Birkaç dakika
sonra iyice zifiri karanlığın içinde
kaybolmuştu.
Sergey Andreyeviç yeniden nargilesinden
bir nefes çekti. “Güzel bir kuram, değil mi?”
“Duyan da bu kurama senin de inandığını
zannedecek” diye Yevgeni Dimitriyevitç
mırıldandı, bir yandan kedinin kulaklarını
okşuyordu."




https://en.wikipedia.org/wiki/Metro_2033




No comments:

Post a Comment